Konu Paris olunca, yazacak çok şey oluyor.. Bunları kısaca sıralayalım istedik:
Paris, Fransa’nın başkenti ve Île-de-France bölgesinin merkezidir. Sen Nehri’nin üzerine, Paris Havzası’nın ortasına kurulmuştur.
Paris’te ikamet edenlere “Parisien” diye hitap edilir.
Paris şehrinin özlü sözü Latince “Fluctuat nec mergitur” yani “Sallanır ama batmaz” (Fransızca: “Il est battu par les flots sans être submergé”). Şehrin armasındaki “Scilicet” yani gemiyi anlatmak için kullanılır. Tarih boyunca şehir birçok zorluk geçirmesine rağmen hep ayakta kaldığı için bu söz yerleşmiştir.
Paris’in en ünlü 3 simge yapısına dair ilginç hikayeleri ve bilgileri de sıralayalım:
Kendi başına bir hikaye: Eyfel Kulesi (Tour Eiffel)
Gustave Eiffel tarafından 1889’da tamamlanmış olan Eyfel Kulesi, o dönem Paris’te gerçekleşecek olan uluslararası bir fuar için yapılmış. 1889 yılında düzenlenen bu fuarın amacı 1789 tarihindeki Fransız devrimin yüzüncü yılını kutlamakmış ve kule Fransa’nın teknik bilgisinin bir göstergesi olacakmış. 324 metre uzunluğundaki bu devasa yapı, döneminde dünyanın en yüksek yapısıymış.
Eyfel kulesi, tamamlanmasının ardından Paris’in hemen hemen her yerinden görünen tek yapı olmuş.
Yapının açılışının ardından eleştiriler başlamış. Hatta çoğunluk göze çok çirkin göründüğünü ve yıkılması gerektiğini söylemiş. Yapıyı en şiddetli eleştirenlerden biri, ünlü yazar, Guy de Maupassant’a bir gün sormuşlar: “Kulenin yıkılması gerektiğini söylüyorsunuz, peki neden her gün öğle yemeğinizi kulede yiyorsunuz?” O da “Çünkü Paris’te bu çirkin yapının görülmediği tek yer orası” demiş.
Kule tamamlandığında pek beğenilmemesine rağmen, zamanla şehrin sembolü haline gelmiş. Paris’i sevenler “Eiffel kulesinin görülmediği Paris, Paris değildir, bu yüzden kuleden şehri izlemek Paris’i izlemek değildir” derler. Maupassant’ın kemikleri sızlıyordur herhalde.
1940’ta Paris, Almanlar tarafından işgal edildiğinde, Fransızlar kulenin asansörlerinin bağını kesmiş. Hitler 324 metrelik zirveye merdivenleri tırmanarak çıkmak istememiş. Bu yüzden “Hitler Paris’i işgal etti ama Eyfel kulesini işgal edemedi” deniliyormuş.
2000 yılına girerken yapılacak Milenyum kutlamaları için kulenin tepesine 4 büyük arama ışığı koyulmuş. Bu ışıklarla birlikte Eyfel kulesi bir fener görünümüne kavuşmuş ve ışıkların kutlamalar sonrasında kalmasına karar verilmiş. Halen bütün gece, o ışıklar şehrin üstünde döner. Yine kutlamalar için tasarlanan flaşlar kalıcı olmuş. Böylece her saat başı, 20.000 flaş yanıp sönmektedir.
Napolyon’nun vaadi: Zafer Takı (Arc de Triomphe)
Zafer Takı’nın tarihi 1805 yılına dayanıyor. Napolyon, en büyük zaferi olan Austerlitz Savaşı’nın ardından askerlerine “Eve döndüğünüz zaman zafer taklarının altından geçeceksiniz” demiş ve ertesi yıl takın yapım çalışmaları başlamış. Ne yazık ki planlar Napolyon’un istediği gibi gitmemiş, Napolyon’un yıllar içinde gücünü yitirmesi ve Mimar Jean Chalgrin’in planlarına müdahale edilmesi gibi nedenlerden dolayı yapı ancak tam 30 sene sonra, 1836 yılında tamamlanabilmiş. 1821 yılında Atlantik’teki Saint Helena Adası’nda, 51 yaşında ölen Napolyon’un külleri ise 1840 yılında Paris’e getirilmiş. Mezarının bulunduğu Les Invalides’e doğru yol alan cenaze alayı Zafer Takı’nın altından geçerek Napolyon’un vaadini yerine getirmiş.
50 metre yüksekliğindeki Zafer Takı’nın boyu 45 metre, eni ise 22 metre. 1919 yılında Fransız Pilot Charles Godefroy, çift kanatlı uçağı ile Zafer Takı’nın tam ortasından geçmiş.
Gotik şaheser: Notre Dame Katedrali
1163’te inşaatı başlayan Notre Dame Katedrali, Sully tasarımıyla toplam 170 yılda yapılabilmiş. 1334 yılında tamamlandığında, sahip olduğu mimarisi ile tam bir Gotik şaheser. 130 metre genişlik ve 35 metre uzunluktaki yapı aynı anda 9000 kişinin ibadet etmesine olanak tanıyor.
Katedral, günümüzde Eyfel Kulesi’nden bile fazla turist çekiyor.
Katedralin en değerli hazinelerinden biri Hz. İsa’nın dikenli tacıdır.
Katedral ile bütünleşmiş en önemli eserlerden biri de şüphesiz Victor Hugo’nun ünlü eseri Notre Dame’ın Kamburu’dur. 1831 tarihli eserde Notre Dame’ın zangocu olan Quasimodo’nun, Çingene kızı Esmeralda’ya aşkı anlatılır. Victor Hugo o yıllarda harabeye dönen Notre Dame Katedrali’ni ülkenin ruhani kalbi olarak görmüş ve bu eseri ile dikkatlerin tekrar katedrale çekilmesini sağlamıştır.
Ayrıca okuyun:
Geri bildirim: Paris; aşkın başkenti |